Halkın Partisi (HP) Genel Başkanı Prof. Dr. Kudret Özersay Gazimağusa’da Halkın Partisi Mağusa İlçe Başkanlığı tarafından organize edilen “mülkiyet konusundaki son gelişmeler ve tutuklamalar, yapılması gerekenler” başlıklı konferansta açıklamalarda bulunarak vatandaşların sorularını yanıtladı.

Gazimağusa Belediyesi konferans salonunda yapılan toplantıda Özersay, Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Türk tarafına yönelik olarak mülkiyet konusunda başlatmış olduğu tutuklama hamlesine karşı atılması gereken diplomatik, hukuki ve siyasi adımları anlattı. Halkın neredeyse tüm kesimlerini yakından ilgilendiren ve kaygılandıran bu gelişmelere rağmen Cumhuriyet Meclis’inde bu konuda bir olağanüstü toplantı yapılmadığı söyleyen Özersay “Bu tutuklamaların Kıbrıs’ta iki taraf arasındaki ilişkilerde gerginlik yaratacağı, geçişleri durma noktasına getireceği ve kabul edilemez olduğu konusunda bir Meclis kararı dahi henüz alınmamış olması üzüntü vericidir. Hatta Meclisin içindeki ve dışındaki tüm siyasi parti başkanlarının altına imzasını koyacağı bir ortak imzalı mektup hazırlanarak başta Birleşmiş Milletler, AB ve Avrupa Konseyi yetkililerine gönderilmelidir” ifadelerini kullandı.

ABD, Çekya ve Avrupa Birliği’nden örnekler de veren Özersay “Bu mesele hukuki bir mesele değil tamamen siyasi baskı kurmaya dönük bir meseledir ve nasıl ki dünyada farkı devletler ve uluslararası örgütler bu konuları siyasi uzlaşmalarla çözümlemişlerdir, Kıbrıs’ta da bunun olması gerektiği gündeme taşınmalıdır. Kimsenin Kıbrıs’ın her iki tarafında da yaşanan mülkiyet ihlalleri nedeniyle sadece Kıbrıs Türkünü cezalandırma hakkı yoktur” dedi. 

-          “Mülkiyette toplum olarak suçluluk psikolojisinden acilen kurtulmalıyız”

Özersay konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Mülkiyet konusunda sadece KKTC’de değil güney Kıbrıs’ta da uzun yıllar sistematik hak ihlalleri yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Bu nedenle ortada insan hakları açısından ihlaller ve mağduriyetler vardır ama bu Kıbrıs adasının her iki tarafı için de geçerlidir, hatta 2005 yılından sonra özellikle Taşınmaz Mal Komisyonu adımıyla KKTC mülkiyet rejimi uluslararası hukuk sistemi dahil olmuştur. Oysa maalesef güneydeki Türk mallarına dair mülkiyet sistemi uluslararası denetimin dışında tutulmuştur. Yani Kıbrıs Türk tarafı olarak mülkiyet konusunda biz ne yaptıysak yanlış yaptık, Rum tarafı da doğru yaptı şeklinde bir suçluluk psikolojisinin olduğunu görüyoruz. Oysa gerçek bu değildir, karşılıklı ihlaller ve sistematik ihlaller yıllardır devam ediyor ama en azından KKTC’de AİHM tarafından onaylanmış olan uluslararası bir denetim ortaya çıkmış durumdadır. Bizim toplum olarak bir an önce bu suçluluk psikolojisinden çıkmamız ve tutuklama benzeri baskıların bize yapılmasının haklı tarafı olmadığını, bu adada siyasi bir sorun olduğunu ve mülkiyet sorununun ancak kapsamlı bir çözümle ya da mülkiyete dair ara çözümlerle ama siyasi uzlaşıyla çözülebileceğini görmemizi, dünyaya da anlatabilmemiz gerekir”

-          “Rum tarafı tapu vermedi ama mal sahibinin tüm haklarını elinden aldı, askıya aldı”

Konferans’ta güney Kıbrıs’taki Türk mallarıyla ilgili mülkiyet rejimi ve hak ihlallerine de değinen HP lideri Kudret Özersay “Evet biz KKTC olarak yıllar önce tapu verdik ve Kıbrıs Rum tarafı tapu vermedi. Ancak Rum tarafı yürürlüğe koyduğu vasilik sistemiyle aslında mal sahiplerine mal sahibi muamelesi de yapmadı. Mal sahiplerinin haklarını adeta bir bütünen askıya aldı, gasp etti. Düşünsenize şimdi Kıbrıs Rum tarafı kuzeydeki mallarla ilgili “mal sahibine sorulmadan, rızası alınmadan işlem yapıyorlar” diyerek tutuklamalar yapıyor. Peki o zaman sormak lazım: Kıbrıs Rum tarafı güneydeki Kıbrıs Türk mallarını başkalarının kullanımına verirken, kiralarken, sözde kamulaştırma yaparken, askeri üslere teslim ederken askeri bölge ilan ederken Kıbrıslı Türk mal sahiplerinin rızasını alıyor mu? Hayır. Peki Kıbrıslı Türk mal sahiplerine tazminat veriyor mu? Hayır. Tazminatınızı Kıbrıs’ta çözüm bulunursa çözümden sonra size ödeyeceğim diyerek insanlarla tam anlamıyla alay ediyor. O zaman bu nasıl mal sahipliğidir, bu nasıl AB üyesi bir devlettir? Evet Kıbrıs Türk tarafı yıllar önce tapu verdiği için bugün ciddi karmaşık çetrefilli bir durumun yaratılmasında bizim de payımız, sorumluluğumuz var ama Kıbrıs Rum tarafı kağıt üzerinde değilse bile fiiliyatta mal sahibini mal sahibi olmaktan çıkardı, Kıbrıslı Türk mal sahiplerinin haklarını bütünen askıya aldı, elinden aldı. Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıslı Türklerin mallarına yaptığı bu uygulamanın tapu vermekten bir farkı yoktur aslında çünkü açık, bariz bir hak gaspı söz konusudur” şeklinde konuştu.

-          Uluslararası örnekler

Konferans’taki konuşmasında Özersay uluslararası alanda geçmiş yıllarda yaşanan ancak bugün de uluslararası ilişkiler alanında konuşulmaya devam eden bazı örneklerden Kıbrıs Türk tarafının yapacağı girişimlerde yararlanması ve uluslararası topluma bunları hatırlatması gerektiğine dikkat çekti. Özersay Çekoslovakya ve daha sonra da Çek Cumhuriyeti’nde geçmişte yaşayan fakat daha sonra bu ülkeden sürülen yaklaşık iki milyon civarındaki Alman ve Macar’ın mülklerine nasıl el konulduğunu ve herhangi bir tazminat da ödenmediğini anlatarak bugün hala Çek Cumhuriyeti’nde yürürlükte bulunan Beneş Düzenlemelerinin detaylarını paylaştı. Özersay Çek Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne girişi sırasında 2004 yılında tartışma konusu olmasına rağmen bahse konu milyonlarca Alman ve Macar’ın mülkleri konusunda tazminat dahi içermeyen düzenlemelerin AB içi pazarlıklarla nasıl kalıcı derogasyonlara dönüştüğünü ve AB birincil hukuk sisteminin parçası haline getirilerek kimsenin sorgulayamayacağı bir yapı yaratıldığını anlattı. Özersay açıklamasında AB’nin bütün bu mülkiyet bağlantılı hak ihlallerine üstelik de tazminat dahi ödenmeksizin bu uygulamaların yapılmasına göz yumarken bugün KKTC’de tazminat ödenmesi mekanizması da yaratılmış olmasına rağmen kendi üyesi olan bir devletin bu türden tutuklama politikasına başvurmasına ses çıkarmıyor olmasına dikkat çekti. Özersay AB’ye kendi tarihi içerisinde ve bugünkü AB hukukunun parçası olan bu uygulamaların hatırlatılması gerektiğini kaydetti.

Bir diğer uluslararası örnek olarak ABD’de 1996 yılında yürürlüğe konulan Küba’daki ABD vatandaşlarının mülkleriyle bağlantılı yaptırım düzenlemesine de değindi. Helms Burton Act adıyla bilinen ve Küba’da kamulaştırılan ABD vatandaşlarına ait mülklerin sonradan AB şirketleri tarafından alınıp satılması ve üzerlerine yatırım yapılmasına karşı ABD’nin Amerikan mahkemelerinde dava açılmasını, ABD’ye girişin yasaklanmasını ve başka yaptırımlara tabi tutulmasını içeren Helms Burton Yasasını yaptığını anlatan ve bu konuda detaylar veren Özersay “bu konu ABD, Kanada, AB ve Meksika arasında ciddi bir krize neden olmuştur. Ancak 1998 yılında varılan siyasi ve ticari uzlaşma sonucunda bu dava ve benzeri baskıcı yaptırımlar içeren bu yasanın ilgili kısmı askıya alınmıştır. Bugün Rum yönetiminin bize uygulamaya çalıştığı türden bir baskı politikası ve düzenlemeleri ABD tarafından 20 yıldan uzun süre askıya alınmış ve uygulanmamıştır. Şu anda da yeni ABD başkanıyla birlikte konu yeniden ABD kamuoyunun gündemindedir. İşte gerek Türkiye’nin gerekse Kıbrıs Türk tarafının bu örnekleri de kullanarak gerek AB gerekse ABD nezdinde girişimde bulunması gerekir. Kimsenin Kıbrıs’ın her iki tarafında da yaşanan mülkiyet ihlalleri nedeniyle sadece Kıbrıs Türkünü cezalandırma hakkı yoktur” vurgusu yaptı.

-          Atılması gereken diplomatik, siyasi ve hukuki adımlar

Özersay, konferansın sonuç bölümünde atılması gereken adımları şöyle sıraladı:

“Meclis Genel Kurulunda mülkiyet ve Rumların başlattıkları tutuklamalar konusunda özel bir olağanüstü ve gizli oturum yapılmalı, bu oturum ertesinde tüm siyasi partilerin destekleyeceği bir Meclis Kararı alınmalı, bu tutuklama adımlarının Kıbrıs’ta gerginliğe neden olduğu, geçişler de dahil iki taraf arasındaki ilişkilerin çok olumsuz yönde etkileneceği ve kabul edilemez olduğu uluslararası topluma duyurulmalı, güneyde bulunan yabancı Büyükelçiler  KKTC’ye davet edilerek gerekirse tüm siyasi liderlerle birlikte görüşülmeli.

Meclis içi ve Meclis dışındaki tüm siyasi parti başkanlarının ortak imzasını taşıyacak bir mektup hazırlanmalı ve BM Genel Sekreteri, Avrupa Birliği yetkilileri ile özellikle Avrupa Konseyi’ne gönderilmeli, AİHM kararlarıyla kurulan Taşınmaz Mal Komisyonunun Rum tarafında bypass edilerek etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı vurgulanmalı, bu tutuklama yaklaşımlarının bu açıdan mahkemenin ve Avrupa Konseyi’nin kararlarına aykırı hareket etmek anlamı taşıdığı ve Rum tarafının Avrupa Konseyi üyesi olarak yükümlülükleri hatırlatılmalı.

Yasa tasarısı hazırlanarak güneydeki Kıbrıs Türk mallarıyla ilgili hak ihlalleri yapan Kıbrıs Rum İçişleri Bakanlığı yetkilileri ve diğer sorumlular hakkında KKTC’de tutuklama ve Türkiye üzerinden Interpol’a bildirme yolunun açılacağı mesajı uluslararası aktörlere duyurulmalı. Benzer şekilde güneydeki tarımsal arazileri ve dükkanları alt-sözleşmelerle kiralayan ama Kıbrıs Rum liderliğinin ortaya koyduğu iddia gibi Kıbrıslı Türk mal sahiplerinin rızasını almayan tüm Kıbrıslı Rum ve/veya yabancı şirketlerin sahipleri, yöneticileri ve ortakları belirlenmeli ve KKTC’de tutuklama emir alınmalı, Türkiye kanalıyla Interpol adımı atılması imkanı yaratacak yasa tasarısı hazırlanmalı.

BM Genel Sekreteri’nin Temsilcisi ile gelecek hafta yapılacak olan görüşmede Kıbrıs Türk halkına karşı başlatılan bu tutuklamalar dışında başka bir konu konuşulmamalı, görev yönergesi belirsiz olan sayın Holguin’e ilk görev olarak bu konunun iki taraf arasında öncelikli olarak çözümlenmesi görevi verilmeli, aksi halde Kıbrıslı Türklerle ilgili tutuklamalar ve tutuklama ihtimalleri ortada dururken BM temsilcisi olarak burada bulunmasının bir anlamının kalmayacağı kendisine bildirilmeli, hazırlanan Meclis kararı ve ortak imzalı mektuplar BM Genel Sekreteri’ne iletilmesi için kendisine verilmeli.

Milletvekillerinden ve uzmanlardan oluşacak özel heyetler oluşturulmalı ve özellikle Avrupa Konseyi nezdinde hızlıca diplomatik temaslar yapılmalı ve Kıbrıs’taki mülkiyet sorununun doğru anlaşılması sağlanmalı.

Türkiye üzerinden ABD nezdinde yapılacak girişimlerle ABD’deki Helms Burton Yasası ve sonradan AB ile varılan uzlaşıyla askıya alınması hususları hatırlatılmalı ve bu konuda Kıbrıs Rum tarafına yönelik diplomatik baskı oluşturulmalı.

Avrupa Birliği’nin son dönemde Türkiye’ye özellikle güvenlik alanında duyduğu ihtiyaç da dikkate alınarak AB nezdinde Türkiye’nin girişim yapması ve bu temaslarda özellikle Çek Cumhuriyeti’ndeki Beneş Düzenlemelerinin hatırlatılmalı, Rum tarafının bu tutuklama yaklaşımlarının kabul edilemez olduğu vurgulanmalı ve bu yaklaşımla yakında fiilen sınır kapılarının kapanabileceği uyarısı yapılmalı.”